Türkiye’de iş dünyasının en büyük kabusu artık inşaat değil, bürokratik şantaj. İşadamları açıkça söylüyor: “Projede hiçbir sorun yoktu, ama ruhsatı vermek için rüşvet istediler. Vermeseydik batacaktık.” Bu sözler, sadece bir şikâyet değil; sistemin çürümüşlüğünün kanıtı.
Oysa kanun çok açık: Belediyeler ruhsat başvurularını 30 gün içinde sonuçlandırmak zorunda. İlçe belediyesi bu süreyi aşarsa, dosya İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne taşınır. Orada da keyfi bekletme olursa, adres bellidir: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı. Ve nihayetinde, idarenin keyfiliğine karşı İdare Mahkemesi kapısı açıktır.
Ama sorun şu: Kağıt üzerinde hak var, pratikte iş dünyası “mahkemeye gitsem yıllar sürer, projeyi bekletsem batacağım” diye düşünüyor. İşte bu noktada işadamı rüşvete mecbur bırakılıyor. Yani sistemin hantallığı, iş dünyasını hukukun değil, keyfiliğin kucağına itiyor.
Üstelik işadamı bakanlığa başvurup “her şeyim tamam, 60 gündür ruhsat alamıyorum” dediğinde bile süreç belirsiz. Bakanlık dosyayı çözüme kavuştursa dahi, kim garanti edebilir ki belediye sonradan bir kulp bulup ceza kesmeye kalkışmayacak?
İşte bu güvensizlik, iş dünyasını daha da çaresiz bırakıyor.
Buradan açıkça söylüyorum: Ruhsatı bekletmek rüşvetin kılıfı olamaz.
-
Yasal süreler işletilmeli
-
Başvurular üst mercilere taşınmalı
-
Keyfi davrananlar hakkında derhal soruşturma açılmalıdır.
İş dünyası, belediye koridorlarında değil, üretim sahasında terlemelidir.
Türkiye’nin geleceği, işadamlarının cebinden koparılan rüşvetle değil, hukukun işletilmesiyle inşa edilebilir.


